Ekim 2017

Ey insanoğlu nedir derdin? (şiir)

Bir zamanlar orada masum bir cenindin,
Seçme şansın yoktu;ne cins ne de milliyetin,
Yaratıcının(ALLAH) izni ile Dünyaya misafir geldin,
Misafirhaneyi anlamaya yetmez idi;o zamanki halin.
        Bazen ağladın,arada bir güldün;misafir hanende,
        Kimi zaman uyudun;kiminde avundun;anne elinde,
        Belki de çok çok feryat ettin;hasta haneler de,
        Kader belki de uzunca yaşattı;hapis hanelerde.
                                                      
Gün geldi;konuşup anlamaya çalıştın; etrafını,
Muhtemelen kaptın;anne,baba ve çevre zaafını,
Ya talihsizdin;çektin yaşadığın ortamın cefasını,
Ya da şanslı biri idin;yaşadın;çocukluk sefasını.
        Yaşadığın haneye,zaman ve mekana göre,
         İnsani hasletler kazanmana elvermemişse yöre,
         Aklı selimle düşünmeni engellemişse töre,
         İlim,bilim hatta din de kılavuz olmaz köre
 
Ey insanoğlu,Yüce Yaratıcı,ne dedi sana,
Rızkını yaratırken veririm;her cana,
Hem büyütsün,hem eğitsin diye verdim;ana,
Açlık,sefillik yoktur;ancak hakkiyle çalışana.
         Cin ve insanları,bana ibadet etsinler için yarattım;
         Şaşırmasınlar diye,hayrı şerri fermanla ayırttım;
         Fani hayatta,imtihan için hepsini hür bıraktım;
         Samimiyetlerini ölçmek için,şeytanı da aralarına kattım.   
devam edecek
 

ALLAHTAN AF DİLEME !

Affet beni sen sevgilim, (sevgili Allahım)

Hallerime bakma benim,

Sevgim de yoktur eksiğim,

Allah,Allah,Allah.Allah,Allah,

Leilahe,İlelah,Muhammederrasülüllah.

Affet beni sen habibim,(sevgili Allahım)

Andıkça anar dilim,

Yandıkça yanar yüreğim,

Allah, Allah, Allah. Allah, Allah.

Leilahe İllellah,Muhammederrasülüllah.

Affet beni sen habibim,

Aşkın sarar benliğim,

Rengim solar bildiğin,

Allah, Allah,Allah……

Affet beni sen habibim,

Gönülden yareliyim,

Kapın da biçareyim,

Allah,Allah,Allah……

Affet beni sen habibim,

İzin ver huzra geleyim,

Cemalin görüp;güleyim,

Allah,Allah,Allah………

Affet beni sen habibim,

Nurunla huzrun da eriyeyim,

Eridikçe kendimden geçeyim,

Allah,Allah,Allah………..

Affet beni sen habibim,

Halık birdir bildiğim,

Hak yoludur ;gittiğim….

Allah,Allah,Allah………

Affet beni sen habibim,

Affedilmektir dileğim,

İzin ver cennetin göreyim….

Allah,Allah,Allah.Allah,Allah,

Leilahe illallah Muhammederrasülüllah.

B A ŞL A R K E N ...

Hakikatleri inkâr veya örtbas yolu ile hukûku çiğneyenler, behemehal Hak'ın darbesine uğrarlar.

(Başına gelen kazâ, belâ ve musîbetlerin neden, niçin ve nereden geldiğini anlayabilenlere...)

Taassup, tefehhüm ve tefekkürün hasmı, terakkî ve tekâmülün mâniasıdır.

Olup bitenleri peşin hükümsüz -ön yargısız- ilmî,aklî,objektif olarak kavrayabilecek kapasitede olanlara!..

İfrat,tefrîte giden bir yoldur. Bazı istisnâları olabilir. "İstisnâlar kâideyi bozmaz " derler. (Gözünü karartmış, aşırı muhterislere...)

Fikrî muhâlifler,fiilî müdâvim-i -müteavvin olamazlar.(birbirine zıt fikir ve görüş sahibi olanlar, devamlı, samimi ve sürekli olarak birbirlerine yardımcı olamazlar.) Fikirleri çarpışan kafalara sahip olanların, gerçek mânâda sürekli birbirlerine yardımcı oldukları görülmemiştir; görülmez de.

(Zıt kutupların, muhteris temsilcilerine...)
Eğri oturup doğru konuşmak; aslan yürekli, fazîletli er kişinin işi. Doğru oturup eğri konuşmak ; Selânik yürekli, menfeatperes sünger kişinin işidir.
( Hakkı ve hakîkatleri savunup; dokuz köyden kovulmayı göze alabilen mert kişiler ile, şahsî menfaatlerini perdeleyerek gerçekleri dejenere etmeye çalışan bedbahtlara, bencillere ve bukalemunlara...)
Şuurla ( bilinçle ) kontrol edilmeyen, gerekli inanç ve azimden yoksun hiçbir çalışma ( maddi- manevi ) istenilen hedefe ulaşamaz.

( Hayatta başarılı olmak isteyenlere...)
Siyasetçinin her söz veya eylemi gerçeği yansıtmaz. Siyasetçi gerçekleri değil, gerçekler, siyasetçiyi yönlendirir. Yani zaman, zemin ve olayların akışına göre rota çizemeyen hiçbir siyâsî, dâvâsını başarı ile yürütemez.
İslâm'ın sosyal hayat felsefesi; kaçınılmaz zarurî ihtiyaç halinde meşrû yoldan verileni kabul etmek; kendinden daha zor durumda oalana ise elindekinden yeteri kadar vermektir. ( Başkalarının kulu, kölesi olmak istemeyen ve huzur arayanlara...)
Sevgi, her idealin ruhudur. Onsuz hiçbir gâye, hayat bulmaz. Amacına ulaşmak isteyenlere
Sevmek, sevilmeğe giden bir yoldur. İçli sevgi, ülfet ve ünsiyeti. -İlâhi kaynaklı ise müspet hoşgörüyü,- sahtesi ise, kin ve nefreti doğurur. (Sevmeyi düşünenlere...)

Yaratılanı Yaradan'dan ötürü ancak adalet ve merhamet gereği sevmelidir. Yaratılanı istisnasız ve aşırı sevmek şirke kadar (Yaratıcıya ortak koşma) götürür. Zîra şeytan ve avenesi ve benzerleri de onun yarattıklarıdır. Yaratılan, Yaratıcıya yaklaşımı ve kulluğu nispetinde (oranında, derecesinde) sevilmelidir.Çünkü yaratık,Yaratanına kulluğunca diğer yaratıklara zararsız veya faydalı olabilir.
(Sevginin anlamını kavrayabilenlere...)B A ŞL A R K E N (2)

Halktan önce Hak’a ve hakikate hizmettir; asıl olan.Çünkü Hak,halka değil;halk,Hak’a tâbîdir. Onun lütfuna ve himmetine muhtaçtır. Hak, dilerse halka hizmetin semeresini verir. Öyle ise öncelik Hak’a hizmet olmalıdır.

(Hizmetinin gerçek karşılığını bulmak isteyenlere...)

DİNİ EROZYON TAKTİĞİ‏

İnsanlığın ve İslamlığın amansız düşmanı Şeytan ve avenesi(uşakları),egoist parazitler,en azından sömürmek istedikleri birey veya toplumları içten yıkmak için her melun yola başvururlar.Çünkü tek amaçları egolarını tatmin etmektir.Bunun için her şey onlara mü-
bah(serbest)tır.Mesela önce hedeftekileri ayakta tutan ihtiyaç maddelerini,ve has manevi değerlerini bozarlar.Hatta çeşitli dalavereler
le mahrum bırakırlar,-içteki piyonları aracılığı ile- bıraktırırlar.Sonra o ihtiyacı gidermek,manevi tahrifatı gidermek bahane maskesi ile
onları can damarlarından vuracak sözde alternatif çözüm önerirler.Hatta dayatırlar.Maksat onları maddeten ve manen yozlaştırıp zayıf-
latmaktır.Çünkü bu iktisaden güçsüzleştirdikleri,manen yozlaştırdıkları fert ya da topluma istediklerini yaptırmak,köleleştirip sömürmek daha kolay olacaktır.Nitekim böyle taktiklerle (örneğin Osmanlıyı saf dışı eden haçlı-siyon ittifakı) şer güçleri,Anadoluya sıkıştırdıkları Türk milletini tekrar ufalamak için var güçleri ile çalışmaktadırlar.Kurulan sözde cumhuriyete de milleti geçmişinden ve dininden koparmak,(otuz yılda hiristiyanlaştırmak )kaydı ile hayat hakkı tanıdılar,vaktiyle.Dolaysıyle çeşitli hile ve zorbalıklarla milletin kimliğini
ve geçmişini,inancını yaşamasını engellediler.
Sayısız örneklerinden biri de gücü ve iradesi yeterli erkeklere çok evliliği yasakladılar.(Çok evliliği savunmuyoruz ama bireyin gayri meşru yollara sapmasını engelliyen İlahi bir iradedir.Ve herhalde Yaratıcı yarattıklarının ahvalini biz mahluklarından daha bilicidir.Koy-duğu emir ve nehiyleri tartışmak biz ahmaklara düşmez.
Yasaklanınca ne oldu?Şu veya bu şekilde tek kadınla idara edemeyen bireyler,meşru ikinci eş yerine (İslamiyet dışında hoş görülen)
gayri meşru metresle yaşamaya başladı.Veya gizli dini akitli evlilikten doğan çocuklar,sahipsiz kalmaya,ailelerde de huzursuzluklar başladı.Proplem,yıllar içinde kangren oldu.Sonra gizli akitli evliliğin daha çok yaşandığı özellikle doğu Anadolu halkının istek ve baskılarına dayanamayan hükümet,çok evliliğe en büyük engel olan zinayı Avrupa Birliğine uyum bahanesi ile(İslamda açıkça yasak olan zinayı) serbest bırakmak zorunda kaldı.Dolaysıyle proplem,daha da katmerleşip,çirkefleşti.Bundan inançlı çok evli kesim,kıskanç-
lık yüzünden hapis cezasından kurtulduğu için,inancı zayıf ya da inançsızlar ise istedikleri gibi yaşama rezilliğine eriştikleri için memnun.Kısaca millet" ölümü görünce hastalığa razı" ediliyor.
Şimdi de tıpkı bunun gibi,sosyal hayatla aşırı içli dışlı olan kadın,birçok kadınlık hasletlerinin yanında çocuğu için hayati öneme
sahip çocuğunun sütünü de hızla kaybetmeye başladı.Sonra bozulan çocuk beslenme dengesini- sözde- sağlalamak için hiç islami olmayan süt bankacılığı saçmalığı düşünülmektedir.Bunun İslamiyete aykırılığı bir tarafa,düpedüz yeni nesilleri dejenere etmenin

EY İNSANOĞLU NEDİR DERDİN? -9-

Ey inançlı fani Budist ! Rehberin olan iyi niyetli,iyimserlik örneği olarak bilinen,-insanlara sevgi,saygı,merhamet gibi hayatın çeşitli yönlerinin de bulunduğunu ifade eden -güzel ahlak kurallarını beyan etmiş;seçkin varlık kabul ettiğin Sitharta (nurlu Budha), inancınıza göre üstün bir varlıktır.O günkü ortamda kendi felsefesine göre gerçeğe yaklaşmaya çalışmış bilge insandır.
Ancak o,size bir Tanrı ismi bile anmadığı halde siz onu tanrılaştırdınız.Hatta heykelini yaparak karşısında huşu(manevi iç huzur) ile ona tapıyorsunuz. Yaratılanların eliyle yapılmış;yine cansız bir taş,bir ağaç parçası ve b. kuru cisim veya cisimlerden ne beklersini.
Mantıken canlı yaratıktan cansıza karşı bir davranış,sergilenebilir.Ona herhangi bir fayda sağlanabilir.Ama cansızdan bir davranış beklemek manevi bir fayda sağlamasını ummak ne kadar beyhude ve akıl dışıdır, değil mi? Ancak o,medet umduğun veya
tapındığın cismin temsil ettiği bir mukaddeslik (kutsallık) varsa ,tek ve gerçek Yaratıcı (Allah) ile az çok bir dostluğu,yakınlığı bulunuyorsa onu (kutsal kabul ettiğin varlığı),sadece manevi bir aracı yapabilirsiniz.Onun yüzü suyu hürmetine Yaratıcıdan dileğinizin kabulünü isteyebilirsini. Tıpkı dünyadaki bir işiniz,işleminiz için bir yüksek makam veya şahsiyetle aranıza sözü geçerli kişileri aracı koymanız, gibi. Yahut da kendinize göre gönlünüzde yücelttiğiniz (sevip saydığınız) mümtaz kişinin varsa insanlığa faydalı tavsiyeleri benimseyip, uygulayabilirsiniz.Kusurlarının affını Yaratıcıdan dileyebilirsiniz.Böylece onun ruhunu şad (hoşnut ) etmiş olursunuz.Yaratıcı nezrinde. Yoksa bunun dışında ki söz,düşünce ve hareketlerinizle Yaratıcıya onu ortak koşmuş olur,ona ve kendinize zulmetmiş olursunuz ki çok vahimdir.YÜCELTTİĞİNİZ VARLIĞA EN BÜYÜK KÖTÜLÜĞÜ YAPMIŞ OLURSUNUZ. Bilmeyerek de olsa.
Diyelim bunlarla yetinmediniz veya bunları kabul etmediniz .Sizin bu düşünce ve davranışlarınızın Yaratıcıya hiçbir etki ve tepkisi yoktur.Çünkü O,yarattığı insanoğlunu bu dünya da imtihan için serbest bırakmıştır.İyi kötü her şeyi ben yaratırım.Ancak size verdiğim akıl,fikir ve cüzi (küçücük) iradenizle" iyiyi isteyip yaparsanız iyi işleri; kötüyü diler yaparsanız kötüyü yaratırım"diye imtihana
tabi tutar. Ama kendisine ortak koşanları hiç affetmeyeceğini şu emirleri ile apaçık belirtmektedir : "Yaratıcı (Allah)kendisine ortak koşulmasını asla affetmez.Diğer günahları ise dilediği kimseler için bağışlar. Yaratıcıya ortak koşan kimse ise gerçekten büyük bir
günahla ona ftira etmiş olur. Kim Yaratıcıya ortak koşarsa derin bir sapıklığa düşmüştür. Ayrıca onlar(ortak koşanlar) Allah'ı bırakırlar da dişilere taparlar ki ancak inatçı şeytana tapmış olurlar. BUYURMAKTADIR.

EY İNSANOĞLU NEDİR DERDİN? -8-

Ey insanoğlu ! Hayat serüvenindeki yaratılış (ilk çekirdek ) hammadden nedir? Meni denilen sıvının içindeki zerrecikler (spermler) değil mi? Bu zerreciklerin oluşum yeri (fabrikası) neresi? Yine insan –veya erkek canlı- olduğundan ve bu insanın (canlı) da hayat kaynağının su, toprak ve hava olmasından şüphen ( kuşkun ) var mı? Bu fabrikanın devamlı çalışması – canlının yaşaması- doğrudan veya dolaylı olarak hemen hemen tamamıyla toprak mahsulleri ile sağlanmıyor mu? Canlının hayatı son bulduğunda yine şu veya bu şekilde cismen toprağa karışıp ( bazı istisnalar bir tarafa ) yok olmuyor mu? Yani yapı ve şekil değiştirip yine cismen topraklaşmıyor mu? Bilim de “ hiçbir madde yoktan var olmaz , var olan da yok olmaz. Ancak bir halden başka bir hale geçer. “ demiyor mu? Öyleyse mantıken , teorik olarak özellikle insan canlısının ham maddesinin toprak olması gerekmez mi? Ve Yaratıcı da “ O, sizi ilk önce ( ilk insan atanızı, topraktan yarattı. Sonra nutfe (meni ) sonra aşılanmış yumurta ( embriyon , ruşeyn ve devamlı oluşan et parçası ) dan yarattı. Sonra cenin (bebek) olarak – dünyaya çıkardı. Sonra sizin güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz, ( çocukluk, gençlik ) sonra da ihtiyarlamanız ki içinizden birinin ruhu daha önce alınmış ( ölmüş ) olanlar da vardır. Bu, tayin edilmiş ecele ( ölüme, belli bir vakte ) ulaşmanız için sizi yaşatan O’ dur. Umulur ki akıl erdirirsiniz ( düşünürsünüz ). Yine O, and olsun ki biz insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş balçıktan yarattık. Ey peygamber! Rabbinin meleklere şöyle dediğini hatırla: Ben kuru balçıktan şekillenmiş, kokuşmuş çamurdan insan yaratacağım. “ diye nida ederken ( seslenirken ) niye topraktan geldiğini, yaratıldığını inkar ediyorsun?
Hayat serüveninin sonunda yer yüzünde akıl, fikir sahibi bir fert ( birey ) oldun. Ama ne görüyoruz? Ya içinde bulunduğun ortamdan; ya bilgi noksanlığı sebebiyle meydana gelen muhakeme zayıflığından; ya da şeytani hislerinin üstün gelmesinden dolayı yukarıda belirttiğimiz gibi yaratılışını ve Yaratanını inkar ediyorsun. Onunla da kalmıyor kendinden bilgi ve zekaca üstün olanların, kötü telkinleri ve saptırmaları yüzünden kendin gibi yaratıkları ilahlaştırıyorsun. Hatta efsaneleşmiş olanlarının cansız sembolleri ( resim, heykel, put vb.) ne aşina olup onlardan medet umuyorsun. Halbuki o, efsaneleştirdiğin yaratıklara diğerlerinden üstün güç, kuvvet, irade akıl ve üstün zeka,( deha ) nazar( muhatabını iyi etkileme olgusu vb ) veren de O. Bütün yaratıkların yaratıcısı, bütün alemlerin sahibi Rabbi’dir.
Durum böyle iken senin tavrın nedir? Umman denizi ( okyanus ) bırakıp; küçük su birikintisinden medet ummaya; koca dağ dururken küçücük tepeciği siper edinmeye; aslandan değil küçücük kedi yavrusundan korkmaya; binlerce voltluk akımdan, yıldırımdan değil; 12 voltluk akımdan çekinmeye, bir atom veya nükleer bombayı tınmayıp bir havai fişekten kaçmaya benzer.

EY İNSANOĞLU NEDİR DERDİN? -7-

Ey aslında genellikle asil ruhlu yaratılmış; güzide insan!- Şeytanın fitne ve fesadı sonucu veya yaşadığı kötü ortamdan etkilenenler müstesna- mümtaz varlık. Neden yaratıcının sana bahşettiği aklı, fikri ve mantığını-şayet zihinsel bir özrün yahut hayati bir zorunluluğun yoksa- kullanamıyorsun? Ve bu fani dünyada misafir olduğunu kavrayamıyorsun? Burada imtihandan geçtiğinin şuuruna( bilincine) niçin ulaşamıyorsun?
Var mı bu dünyada, bilhassa şu dalalet(sapıklık) devrinde işini yaptırmadan, emeline ulaşmadan, karşılıksız devamlı ücret ödeyen bir işveren? Hesapsız ihsanda bulunan bir cömert? Belki sayılı da olsa yaratıcı aşkına bunu yapabilen veya gizli hesapları için böyle davrananlar çıkabilir. Ancak “ istisnalar kaideyi bozmaz ” tabii. Öyleyse yaratıcının da yeryüzünde yarattıklarının üzerinde bir hesabı, planı olacaktır. Nitekim Yaratıcı da “Biz cinleri ve insanları –sadece yiyip içip gezip eğlenip, nefislerini, arzularını sorumsuz mahluklar gibi tatmin ederek sefa sürsünler diye değil – ancak bana ibadet etsinler diye yarattım. Ben onlardan rızık, taam( ekmek vb.) da istemiyorum “ buyurmaktadır.
İşverenden anlaşma veya sözleşme ile hak ettiğin ücretini almak için onun işini görmek zorunda değil misin? Sonsuza kadar hile, desise veya despotlukla ondan ücret tahsil edebilir misin? Bunu başarsan bile bu senin meşru hakkın olur mu? Bu hareketine, karşı tarafın – yaşadığın ortamda varsa- toplumsal nizamın ( örf, adet, gelenek, kanun vb. ) tepkisi olmaz mı? Gerekirse sen, şu veya bu şekilde cezalandırılmaz mısın? Belki de yaratılış itibariyle karşındakilerden bedenen daha güçlü, zekaca üstün ve daha maharetli olabilirsin. Hatta karşındakilerin önceden sana sağladığı imkanları ( mali güç, üstün silah vb. ) onlara karşı kullanarak, onları pasifize ederek, cebren veya hile ile emeline ulaşabilirsin. Bunu kendi adına da başkalarını hesabına da yapsan netice değişmez. Her ne şekilde olursa olsun bu davranışın karşındakilere haksızlıktır; zulümdür. Zalimlerin en büyük hasmı (düşmanı ) ise alemlerin mutlak hakimi olan Yaratıcı ( Allah ) ‘dır. O, zalimlerden mutlak intikam alıcıdır. İnansan da inanmasan da böyledir. Onun nezdinde hiçbir şey değişmez. Ancak kendi kendini aldatırsın.
Diğer taraftan bir makineye mekanik, bir cihaza elektrik, bir vasıtaya hareket enerjisi sarf etmeden; onlardan bir kinetik enerji elde edebiliyor musun? Bir hizmet , bir mal arz etmeden meşru bir karşılık alabiliyor musun? Hatta iktisadi hayatta arz -talep dengesi sağlanmadan herkes için gereken eşit fayda sağlanabiliyor mu? Bir aygıta harcadığın enerjinin yeterli karşılığını bulamadığında onu çalıştırmaya devam eder; yine karşılığını tam alamadığın mal ve hizmetini arz etmeyi sürdürür müsün? Eğer gizli ve uzun vadeli bir hedefin yoksa tabii.

EY İNSANOĞLU NEDİR DERDİN ?-6-

Ey Yaratıcının “Ey akıl sahipleri...” diye hitap ettiği mükellef. Kuş uçmaz, kervan geçmez gözünün alabildiği bir çöl sessizliğinde veya Ay ve yıldızların loş ışığında, hiçbir varlığın kımıldamadığı bir gecenin mahmurluğunda;kafanı kaldırıp gökyüzünü süz bakalım. O, hiçbir askı veya dayamağı olmadan muallakta duran gök kubbe. Üzerinde serpiştirilmiş irili ufaklı yıldızlar. Ben de buradayım; dercesine o muazzam ve muhteşem kubbenin bir noktasında sabitmiş gibi gözüken fakat hemen hissettirmeden yer değiştiren koskoca bir ampul(Ay). Gerektiğinde bir yerden bir yere akıp giden bazı yıldız veya kümeleri. Özellikle yeryüzünü aydınlatan, ısıtan, bütün yaratıklara hayat memat saçan tarifi güç, tükenmez enerji kaynağı;(Güneş).

Yaratıcının verdiği zeka ve yetenekleri sayesinde yapıp işlettiği uçak, uydu,füze vb. oluşumlar. O gök kubbede, ancak belirli bir süre kalabildiği halde ;Yaratıcının kendi eseri olan o,esrarengiz varlıklar; (insanoğlunun ancak ufak tefek sırlarını öğrenebildiği) çeşitli gezegenler. Nasıl ve hangi kudret sayesinde devamlı gökyüzünde barınabiliyorlar? Nasıl oluyor da kendi eksenlerinde veya birbirleri etrafında, biri diğerine zarar vermeden yüz hatta bin yıllardır dönebiliyorlar? Yaratıcının “ Biz yedi kat gökleri ve taşıdıkları varlıkları,ve arzı (yeryüzünü) iki günde yarattık; Aralarında ahengi sağlayarak; gece ile gündüzü ve mevsimleri hasıl ettik. “ meallerindeki ayetleri neyi ifade ediyor?

İnsanoğlunun yüzyıllar boyu çalışmaları sonucu meydana gelen astronomi ve astroloji bilimleri ise; o,eşsiz düzenin, harikalar harikası nizamın, ancak oluşum ve hareketlerinin sadece ve çok,çok sınırlı, belirli bir kısmını öğrenebildiğini; ve halen gökyüzüne fırlattığı uydu ve füzelerle öğrenmeye çalıştığını göstermektedir. Bugünün ve yarının bütün ilim, bilim ve teknolojik çalışma ve imkanları da insanoğlunun belirli bir sınırı geçmesine, o, nizamın belirli en ufak yapı ve işleyişini değiştirmesine gücü yetmemiştir; yetmeyecektir. Çünkü Yaradan, yarattıklarına kendi kudreti yanında çok çok sınırlı bir kapasite vermiştir.

Bir an için aksini düşünelim! Tarih boyunca, gelmiş geçmiş, kendi dışındaki mahlukata yeryüzünde şu veya bu şekilde hükmetmişlerin, kendini asırlarca Tanrı ilan etmiş firavunların, yeryüzünün hakimiyim diyen Nemrutların, doğudan batıya yeryüzünü kasıp kavurmuş Cengiz Hanların, insanlığı titretmiş İskenderlerin, şehirleri( Roma’yı ) ateşe veren Nöronların, azametiyle Avrupa’yı titreten Napolyonların, insanlığa kan kusturmuş Leninlerin, Stalinlerin. Günümüzdeki fen ve teknolojik üstünlüğüne güvenerek hasım gördüğü; topluluk ve milletlere ölüm yağdıran zorba ve zalimlerin, insanlık düşmanı hainlerin, kısaca lanetli şeytanın görünen avenelerinin nereye kadar varabildiklerinin, gidebildiklerinin serüvenini tarih aksettirmektedir. Görülmüş, duyulmuş mu gök kubbenin yapılış ve işleyişinde zerre kadar bir değişiklik meydana getirdikleri?

EY İNSANOĞLU NEDİR DERDİN?-5-

Ey düşünebilen, mümtaz, seçkin yaratık. Bulunduğun alandan çıkıp; serin bir vahaya veya yeşile bürünmüş, cıvıl cıvıl, kuşların ötüştüğü bir ovaya yahut da çeşitli hayvan seslerinin geldiği bir ormana dal. Kavurucu çöl sıcağının yerini bıraktığı serin havalı o vahadaki su ve bitki örtüsü hangi maharetli ustanın eseri. Nereden gelmiş, nasıl meydana gelmiş? O çölün ortasına niçin ve nasıl konmuş? Diğer canlılara karşı ne işlevi vardır? Orada bulunmasa ne olur?

Dağların veya bozkırların ortasındaki ovada gördüğün manzara. Kendiliğinden veya canlılar aracılığı ile hava ve güneşin yardımı ile meydana gelmiş ve canlıların faydalanmasına sunulmuş rengarenk bitki örtüsü. Rüzgar veya böcekler aracılığıyla döllenerek hayatlarını devam ettiren, irili ufaklı, yer yer, yelpaze gibi dalları, yaprakları sallanan; gerektiğinde gölgesine sığındığın meyveli meyvesiz ağaçlar. Hayatlarını devam ettirebilmek için bu bitki topluluğundan şu veya bu şekilde faydalanmaya çalışan, çok çeşitli, sevimli sevimsiz yer canlıları. Birbirlerini yok eden bazı yaratıklar.

Yeryüzünün kamburları sayılan irili ufaklı hatta uçsuz bucaksız dağlarda oluşmuş o esrarengiz orman. Sinesinde barındırdığı insanlara veya birbirlerine candan dost veya amansız, acımasız düşman hayvanlar alemi. Dağlar arasındaki vadilerde yer yer homurdayan yer yer hışıltı yapan veya sessizce gelin gibi süzülüp giden akarsular. Ve bunlardan hayat bulan sayısız yaratıklar.

O uçsuz bucaksız gördüğün mavi suların, kara parçalarıyla kesiştiği, şerit gibi uzanan, girintili çıkıntılı sahiller. O mavi suların yalaya, yalaya ufaladığı kum ve çakıl taşı yığınları. Yine o mavi suların hışırtı veya homurtularla zaman zaman kıyılara çarpan dalgalar. Yine zaman zaman çevrelerinde buldukları cisimlerle beraber gökyüzüne yükselen hortumlar. Önünü kattığını alıp götüren, kovalayan tsunamiler. Sanki bir devin sırtındaymış gibi yükselip alçalan med-cezir olayları. Birbirine karışmadan acılığını tatlılığını veya rengini kaybetmeden yoluna devam eden akıntılar vb.

O mavi suların içinde oradan oraya koşuşan, kaçışan hatta yaşamaları birbirlerini yok etmeye bağlı olan balıklar ve çeşitli mahlukat. Denizlerin diplerini bir bahçeye, bir tabiat harikasına dönüştüren o boy, boy, rengarenk çık çeşitli yapılara sahip sayısız, sınırsız bitki ve hayvan toplulukları. Hem bitki götümüm ve işlevli hem de hayvani tabiatlı ve yaşayışlı irili ufaklı yaratıklar.

EY İNSANOĞLU NEDİR DERDİN? -4-

Ey Yaratıcının “ Yarattıklarımın içinde en şereflisi-seçkini-dir” diye taltif edilen, şereflendirilen varlık. Şimdi etrafına bir bakın. Gördüklerinin hemen hepsi her ne şekilde meydana gelmiş olursa olsun; her şeyden önce senin faydalanmana, hayatını devam ettirmene sunulmuş değil mi? Gördüklerinin, faydalandıklarının bir kısmı sana ve senin gibi düşünebilenlere Yaratıcının verdiği zeka, akıl, mantık ve çalışma gücü sayesinde gayretleri ile fakat, yine de Onun izni ile meydana gelmiş olduğunu göstermiyor mu? İçinde bulunduğun açık veya kapalı alan ve o alana (oda, ev, çeşitli evsafta konak, bir bahçe, park, mesire yeri vb.) hayat veren veya süsleyen çeşitli cansız varlıklar, yine Onun insanoğluna verdiği yeteneklerin ürünü değil mi? Hatta düşünme yeteneğine sahip ama el, kol ve ayaklardan mahrum bir yaratık, kendi haline en küçük bir eşyayı bırak yapmayı onun yerini dahi değiştirebilir mi? Tersine her azası mevcut; yalnız zihni dumura uğramış veya ağır özürlü -bir felçli veya gerçekten deli-biri, canlıların yararına bir eser, bir nesne veya basit bir eşya yapabilir mi?

Çeşitli ve çetrefilli büyük buluşlar yapan, karmaşık sistemler ortaya atan, sil baştan yeni bir devler kurabilen, hatta bir devrin, bir çağın kapanıp; yenisinin açılmasına sebep olan olaylara imza atan o dahilerin o yeteneklerini herhangi bir şekilde kaybettiklerinde durumları ne olur? Sıradan bir yaratıktan ne farkları kalır? Hastalanıp güçsüzleşen bir aslanın, bir kaplan vb.nin, bir kedi bir kaplumbağadan farkı ne olur?

Etrafında gördüğün cansız varlıkların, herhangi bir canlının etkisi veya birbirlerine-kendi aralarında- yardımı olmadan canlılara hayat vermesi bir tarafa, kendiliklerinden yer dahi değiştirebilmesi mümkün mü? Taşın kireç veya duvar olabilmesi için insana, ağacın yapraklarının kımıldaması için rüzgara ihtiyacı yok mu? İnsan ve rüzgara Yaratıcı izin vermese o eylemlerini gerçekleştirebilme kuvvet ve kudretleri var mı?

Sapık, maddeci ve materyalistler, o düşünme yeteneklerini kaybettiklerinde, o sapık fikirlerini ortaya dahi atabilirler mi? Lanetlenmiş, huzurdan kovulmuş şeytan bile, ademoğlunu ve neslini yoldan çıkarabilmek ve o sapıklara vehmettikleri vesveseyi, şüpheyi, kuşkuyu verebilmek için Yaratandan izin aldı. Yaratıcı da düşünebilen canlılara ( insan ve cinleri ) imtihan etmek için o asiye, lanetliye izin verdi. O izin sayesinde, huzurdan kovulmasına sebep saydığı Hz. Adem ve nesline, şüphe, fitne, fesat sokarak intikam alıyor ve ebediyen buna devam edecek.

Gerçek akıl ve mantık sahiplerine bunlarda birer ibret değil mi?

Ey yaratıkların en seçkini, Varlıklar aleminde gezerken,

Emsallerinin en biçkini, Nasıl var olduğunu sezerken,

Akıllıların en geçkini, Hayat bulma sırrını çözerken,

Bulamadın mı, hayat sebebini? Göremedin mi, şaşkın ördeği yüzerken?

Sapıklar etrafını sarmış, Uyan! Uyan da etrafına bir bak,

EY İNSANOĞLU NEDİR DERDİN? -3-

Ey düşünen insan, önce kendi cismani(fiziki) varlığını meydana getiren nimetlerini sorgulayarak başla. Görme, işitme, dokunma, tat ve koku alma duygularının işleyişini göz önüne getir. Bunlardan birini veya birkaçını kaybetmiş olanların durumlarını düşün. Görmeyen veya işitmeyenin hareketlerini, koku ya da tat almayıp, eşyaların niteliklerini hissedemeyenlerin garipliklerini tasavvur et. Herhangi bir şekilde ayakta duramayan, yürüyemeyenin ezikliğini kendinde hisset. Zihnen veya bedenen özürlülerin normale göre acayip hal ve hareketlerini incele. İncele ve düşün ki sahip olduğun nimetlerin kıymetini bilesin. O nimetleri sana bahşedenin yüceliğini takdir edebilesin. Sonra herhangi bir hastalığa düçar olup; bundan şifa buluncaya kadar didinenlerin mağduriyetlerini ve ölüme kadar sürüp giden acılarla kıvrananların ıstıraplarını hisset, hatırla, tahayyül ve tasavvur et onların durumlarını.

Nasıl? Açlığa ve susuzluğa bedenin taşıyamayacağı soğuk ve sıcağa dayanma gücün var mı? Böyle bir iddia sahibini gördün, duydun, hayal edip sezebildin mi? Bırak nefes almadan yaşamayı, yeterli oksijeni bulunmayan kirli veya zehirli hava ortamında, sınırsız bir zaman durabiliyor musun? El, kol ve ayakların olmadan başka yaratıkların da yardımını görmeden kendi haline yaşayabileceğini tasavvur dahi edebiliyor musun? Beyni hastalanarak, yahut organları zedelenerek, normal çalışma temposunu kaybetmiş birisi olsan; düşünme ve konuşma hasletlerinden yoksun olarak normal hayat sürdürebilir misin? Bir an için herhangi bir sebeple beyninin bütün fonksiyonlarını kaybettiğini düşün veya böyle birini tasavvur et. Komaya girip bitkisel hayat yaşayanların heykelden farksız durumlarını göz önüne getir. Hiçbir ihtiyaçlarını karşılayamadıkları gibi, bütün gün başkalarının yardımına muhtaç, o her an ölümü bekleyen fakat kesinlikle-istese de –çekilmez hayatı bitirme iradesine dahi sahip olamayanların biçareliklerini düşün.

Gerçekten yeteri kadar aklı selim sahibi biriysen sadece bunlar dahi büyük birer ibret levhasıdır sana.

Şimdi bir şeyler aramanın zamanı, Aç gözünü, akılsızca uyma kötü zamana,
Ararsan bulursun hastalığa dermanı, Gaflete dalıp girme sapıklar yoluna,
Çalışmazsan kaptırırsın harmanı, Aklınla, fikrinle, zikrinle gir harmana,
Uyursan kovamazsın şeytanı. Sonra istesen de kavuşamazsın şifana.

Etrafını tehlike çemberi sarmadan, Korkma metaneti vermiştir Yaradan,
Sapıkların silahı seni vurmadan, Şeytanı çıkarmayı başarırsan aradan,
Aklını karıştırıp zihnini bulandırmadan, Eğer her şeye hükmetmezsen kafadan,
Uzaklaş sarhoş olmuş hazımsızlardan. Alırsın nasibini iki alemde de sefadan

EY İNSANOĞLU NEDİR DERDİN? -2-

Her türlü kimliğinden arınmış, etki ve tepkiden uzaklaşabilmiş, düşünme yeteneğine sahip ey insan, başladın mı tefekküre (derin düşünme)? Önce kendi benliğini (cismani ve nurani yapını) sorgula. Ben bu hayata nereden, neden, niçin ve nasıl geldim; veya gönderildim? Ne idim, ne oldum, ne olacağım, ne yapacağım ve nereye gideceğim veya gönderileceğim? Bütün canlılarda olduğu gibi benim de bu fani dünyaya (geçici hayata) gelip; sonra veda etmem benim elimde mi, benim irademle mi gerçekleşiyor? Yoksa beni yönlendiren maddi (fiziki), manevi (fizik ötesi) bir kuvvet mi var?

Bu ve benzeri soruların cevabını kendi kapasitene ve kendi ölçülerine göre bulmaya çalış. Şayet zorlandığın noktalar varsa onları en emin bildiğin, güvendiğin kaynaklara başvurarak çözmek için gayret et. Yalnız bunu yaparken o, lanetlenmiş şeytana, görünen ve görünmeyen avenelerine, ( onun maskarası, işbirlikçi yardımcıları ) “ İnsan, maymundan türemiştir “ diyen Darvin vb. sapıtmışların tuzağına düşmemelisin. Düşmemelisin ki hayat gerçeğini ve anlamını kavrayıp; rotanı sıhhatle tayin edebilmeli ve ufkunu açabilmelisin.

Bir an için Darvinizm safsatasının teorisini kabullendiğimizi düşünelim. O zaman maymun nereden, nasıl gelmiş dünyaya?.. Maymunu da fosile dayandırır zavallı. Peki fosillerin hayat kaynağı nedir? Onların da bir meydana geliş evresi olması gerekmez mi?

Görülüyor ki bu ve benzeri fikirleri ileri sürenler, bütün insanları garip, cüce mantıklı, derin felsefeden yoksun yaratıklar zannediyorlar. Esas nihai hedefleri, materyalist düşüncelerini empoze ederek, insanları basitleştirerek, köleleştirip kendi menfaatlerinde kullanmaktır; sömürmektir. Halbuki bütün alemlerin Yaratıcısının şeytana “ Sen ancak imanı zayıf olanları, baştan çıkarabilirsin “ dediği gibi öyleleri de ancak ilim ve mantık yoksunlarını veya biçareleri kendilerine uşak yapabilirler.

Ey insan!.. Çıkış yolu bulmak için, Bu badireyi atlatmak için,

Mutluluğa ulaşmak için, Tuzaklara düşmemek için,

Esas hedefe varmak için, Yeşil ışıktan geçmek için,

Çok zorlanıyorsun değil mi? Epeyce terliyorsun değil mi?

İçinde bulunduğun atmosfer, Haydi toparlan çık sefere,

Olmuşsun kuşatılmış bir nefer, Rastlayabilirsin bir akıllı nefere,

Sana vaat etmiyor zafer. Seni aldatmasın sapık kefere,

Onun için zorlanıyorsun değil mi? Aklı selim ile düşünmelisin değil mi?

EY İNSANOĞLU NEDİR DERDİN ?

Ey insanoğlu! Seni zor günler, belki içinde bulunduğun şartlar dolaysı ile çetrefilli,dolambaçlı yollar,belki o henüz olgunlaşma evresinin başında bulunan küçücük beyin gücünle baş edemeyeceğin muammalı yolculuklar bekliyor.Belki de fiziksel ve bedensel kapasiteni zorlayacak anlar çıkacak karşına. Onun için çok ama çok dikkatli olmalısın. İki düşünüp bir hareket etmelisin.Çünkü her hareketinin,her eyleminin hatta fiiliyata geçirdiğin Bunun,eyleme dönüştürdüğün veya açığa çıkardığın her düşüncenin,sözünün sonuçlarından sorumlusun.Bunun yanında (içinde bulunduğun ortama göre) maddi ve manevi yönden bazı haklara sahip,bazı görevlerle de yükümlüsün.Yani artık mükellefiyet denilen hayat safhasına ayak basmış bulunuyorsun.İster istemez !

. ' Ya bu deveyi güdeceksin ya bu diyardan gideceksin.' denildiği gibi yol kavşağında bulunuyorsun... Zannettiğin gibi gitmek,pek de elde değildir ki ! .

..Öyle ki hem tatlı,hem acı,hem hoş,hem tehlikeli,hem basit,hem girdaplı,hem kısa,hem uzun,hem düz,zikzaklı,virajlı,hem inişli çıkışlı,hem de arkası görünmeyen, muhayyileni zorlayabilecek esrarlı bir yolculuğun başındasın.Eğer akli bir maluliyetin,noksanlığın,gerçekten zihinsel bir özrün yoksa tabii.

Ey insan! Öyle ise şimdi, her türlü sıfat ve kimliğinden (psikolojik,biyolojik yani ruhsal ve bedensel olgulardan,sosyolojik yani içinde yaşadığın ortamdan,ideolojik hassasiyetlerinden yani her türlü düşünce saplantılarından -buna inanç sistemin de dahildir.-ve sınıfsal kuruntularından sıyrılarak oturup tefekkür et.Yani enine boyuna geniş ufuklu,çok kapsamlı çok yönlü,kısaca tam objektif olarak derin,derin düşün.Unutma ki bu düşünme anın, zamanın dahi senin için daha çok bir kazanım olmakla beraber bir kayıpta olabilir.Onun için yukarda da belirtildiği gibi bu güne kadar taşıdığın bütün sıfat ve kimliğinden yani ruhani,cismani ve nefsani hislerinden arınarak sıyrılarak derin, derin düşün.

Ey insanoğlu nedir derdin? Çok evet çok düşünmelisin.

O muammalı salona girdin. Yol ayırdımındasın bilmelisin.

Sanki Sırat'ın başına geldin Sessizce kendini dinlemelisin

Düşünmek için başın eğdin. Şeytan denilen de karşında !

Ey İnsanoğlu Nereden Nereye?

Bir zamanlar bir damla içinde gözle görülmeyen zerrecikler idin. Ana rahmine düşüp kan pıhtısı, sonra et parçesı ve "YARATICININ EMRİYLE" ruhunu kazanıp cenin halini aldın. Çeşitli evreler sonucu şu fani Dünyaya gözlerini açıp misafir oldun.

Misafir oldun da ne oldu?

Misafir olduğun zaman, zemin, sosyal, sınıfsal ve fiziksel ortam, yıl, ay, gün, saat ve hatta dakikalar ve diğer ahval ve şerait, hepsi Yaradanın tarafından taa ezelden levh-i mahfuz'da tayin ve tespit edildi. Misafirliğinin ne kadar süreceği ( ölüm denilen veda yani bu fani dünyadan ayrılış tarihin, nasıl ve ne şekilde burayı terk edeceğin) de yine Yaradanın tarafından belirlenip gizlendi. Misafirliğinde kullanman için ( bazı istisnalar dışında) sana verilen irade-i-cüziyenin etki alanına girmez; bu oluşumlar. Sana bırakmamıştır bunları Yaradan, Heyhat!

Pek meraklanma insanoğlu!.. Şayet ömrün yeterse bu misafirhanede geçireceğin zamanın küçük bir bölümünden manen sorumlu değilsin. Taa ki akil baliğ olucaya kadar. Yani kız isen aybaşı denilen halin zuhuruna,oğlan isen erlik suyu denilen sıvının inzaline (ihtilam veya şeytan aldatması günün gelmesine kadar) Bu ömür parçasında biraz serbestlik avantajın var ve Yaradanın nezdinde temizsin, paksın. Ancak misafir kaldığın odanın havası seni nasıl etkiler, nasıl yönlendirir, nasıl bie halet-i-ruhiye kazandırır; kestirilmez. Orası Yaradanının bahşettiği yeteneklerini kullanma becerine ve şansına kalmış... Vesselam.

Hoş geldin, sefa geldin; misafirhaneye,

Elleri boş geldin; hazırlıksız siperhaneye,

Seni zor günler bekliyor. Heyhat!

Hazırlan imtihan salonunda terlemeye

Bilmem, belki şartların elvermemiştir,

Belki bilgi ve becerin gelişmemiştir,

Belki de kolaylık, nemelazımcılık işlenmiştir,

Ne olursa olsun, mecbirsun o salonda terlemeye.

Üzülme! Kazanmak için azmedersen cenge,

Kurabilirsin hayatta itidalli bir denge.

İyi kullanırsan aklını, fikrini, bilgi ve becerini,

Sonunda kavuşursun beklediğin ahenge.

İKAZLAR : 1 - Ey İnsanoğlu Oku !,Kürtaj !,Süt Kardeşlik!,Hayatın Sonu !,Aşkın Sırrı !, Aşk-ı Liman!,Allh'a Has Kulluk!,Ölümsüz Aşk!,Çağrı!,İçkicinin Hâli !,Bir Anı ,Bir Yorum.,Kudüs !,.MEKANIN CENNET OLSUN KARDEŞ !

Ey insanoğlu Oku
Ey insanoğlu hem kendin hem de başkaları için oku,
Oku,okuyarak ilim,irfan ve İmanını aşk gergefinde doku,
Çok okumakla kaybolsa da aziz bedeninden bir doku,
Çünkü ilim,irfan ve iman doyurur;açı,iflah eder toku.

Ey Dünyasını ve uhrâsını(ölüm sonrası)düşünen insan oku,
Her çeşit yazı ve eserlerle kültürel benliğini doku,
Yalnız şeytânî,fitneci ve fasatçı düşünceleri sezerek oku,
Yoksa ilim,irfan,iman hayatında yaşayabilirsin şoku.

İlim,irfan,iman,islam ve iz'an bol okumakla beslenir,
İnsanlığın madde ve manada selameti için seslenir,
İnsanoğlu bu mefhumların şuâ,şûle ve şümulü ile beslenir,
İnsanlar,bunların hayâtî katkıları ile nefeslenir.

İlim,irfan tekrara,iman,islam telkine daima muhtaç,
Hepsini de birlikte beslemeye şiddetle var ihtiyaç,
Ey insan ilmine tekrar,imanına telkin tohumları saç,
Yoksa ilimini unutarak,imanını kaybederek kalırsın aç.

Mukaddes kitabında Rabbinin ilk emri oku değil mi ?
Allah ındinde(katında,yanında)hak din islam demiyor mu ?
Şeytan apaçık düşmanınız,Peygamber güzel örnek " " ?
Kurtuluş için Allah'ın ipine(Kur'an)sımsıkı sarılın emretmiyor mu ?

Ey insan,neden okumaktan bîzar,imandan uzak oldun?
İlim,irfan ve imanını kaybedince bak sararıp soldun,
Dostlar yanında rezil oldun,düşmana selam durdun,
Heyhat!yine kendini düşmanın ateş çemberinde buldun.

.K Ü R T A J !

Ne o!efendi? Kazı kazan mı oluyor;yoksa kendiliğinden,
Doğumu,ölümü ezelden(Levh-i- Mahfuzda)tayin eden,
Yaradan,dedi ki,emanettir;sana verdiğim o beden,
Şeytana uyup;bedenine,ceninine ihânet eden,
Elbette cezasını görecektir;o acımsız cehennemden.
Nerede buldun da senin oldu; hanımefendi o beden?
Dostların mı hediye etti;yoksa sudan selden?
İnanmayınca kurtulacak mısın sanki Gazab-ı-İlâhiden?
Senin gibi düşünüp de kürtaj olsa idi eğer annen,
Şimdi nerelerde,ne alemde olurdun acaba sen?

SÜT KARDEŞLİK !
Kadın sosyalleşmede çok aşırı gitti,
Bu hal onu pek çok hasletinden etti,
Bu arada bebeğinin ihtiyacı sütü de bitti,
Böyle olunca ciğerparesini başkasına besletti.

Bunu yapınca,çocuk oldu başkası ile süt kardeş,
Bu defa islam dedi,bu kardeş sana olmaz eş,
Sütü emen de,emziren de birbirlerine olmaz eş,
Bilmeden evlendiğini öğrenince,hemen ayrıl;ve helalleş.

Şimdi birileri,çıkmış fazla sütleri toplamaya,
Aldığı sütleri aklınca koyup bir bankaya,
Sonra başlıyacak muhtaçlara dağıtmaya,
Kimden alıp;kime verdiğini kaydedip,hesaplamaya.

Kesinlikle tutmaz bu sulu hamur maya,
Çok geçmeden karışır;birbirne fasulye ile soya,
Bu da çok zarar verir;hem islama hem soy'a,
Umulurki bu feryadı,aklı selim herkes,duya.

OBJEKTİF ( TARAFSIZ – GERÇEKCİ ) DÜŞÜNEBİLMEK ve DAVRANMAK

Herhangi bir sözün işitilmesi, bir fikrin ortaya atılması veya bir olayın ceryânı karşısında hemen heyecanlanmadan, öfkelenmeden, hiddetlenmeden, paniğe kapılmadan kısaca reaksiyon göstermeden kendi çapında muhakeme süzgecinden geçirerek ve bütün ihtimalleri göz önünde bulundurarak aklıselim ile fikrî,ya da fiilî cevap vermektir, objektiflik. Bunun için de geniş kültür, kuvvetli muhakeme gücü ve iradeye, düşünce veya eylemi kavrama kapasitesine sahip olmak gerekir. Burada iyimserlik ise bir sağduyu eseri olarak bir yardımcı faktör ve çözüm aracı olabilir. Sadece kendisi veya tarafını değil, aynı zamanda muhatap-muhataplarını-da hesaba katabilme duruma onun penceresinden bakabilme olgunluğunun, âlîcenaplığının göstergesidir. Daha kişinin tarafların veya olayın çeşitli yönlerini gözönüne getirmek, karşısındakilerin organik ve psikolojik yapılarını, ailevî, içtimâî, iktisadî, siyasî hatta konjoktürel durumlarını, sözün sarfedilişi, olay-olayların meydana geliş sebeb ve tarzını, görünümünü dikkate almak. Olay-olaylarda rol alan kişi ve faktörlerin oluşumda, akışında ki sun'i-tabii etki ve tepkilerini inceleyerek, irdeleyerek hüküm verip, davranabilmektir, objektiflik. Diğer taraftan kendisi için istediği ya da istemediği bir şeyi başkaları için de isteyip-istememe (tabii bazı zorunlu haller müstesna) erdemliğini gösterebilmektir. Ancak istisnalarda da o proplemle ilgili hak,hukuk, realite belli bir toplum veya umumun temel menfeatlerine uygunluğu kesin olan maddi, manevi emir, tavsiye ve yasaklara olabildiğince uyumluluğu şarttır. Belki teferruatta(detaylarda) hafif sapmalar hoş görülebilir. Ama bu da çoğunluğun benimsediği kriterlerden pek uzak olmamalı. Zararı faydasını geçmemelidir.
Bu genel objektiflik değerlendirmesi ışığında birkaç örnek analizi yapalım. Kişisel bir örnek: Tanıdığın yada tanımadığın birisi sana hakaret etti, mal veya paranı çaldı, gasbetti, tahrip etti, yaktı-yıktı v.s. Böyle hallerde:
a) Her şeyden önce kişinin ruh halini (psikolojisini) tahlil etmeliyiz. Kişinin sözü sarfettiği, eylemi gerçekleştirdiği andaki halet-i ruhiyesi nedir? O andaki veya öncesindeki psikolojik durumu, onu söz veya davranışa iten sebeb ve etkenler nelerdir? Bir anlık gafletten mi? Bir alışkanlık, bir bunalım, bir zafiyetten, mecburiyetten, zihinsel, bedensel özründen, engelinden mi o, sözlü ya da fiilî tasarrufta bulundu?
b) O söz veya davranışı kişisel reflekslerinin sonucu mu (yani kendi hal ve iradesi ile mi yoksa başkalarının etkisi, ile mi, başkalarına yaranma, hoş görünme, veya korkmasından mı) gerçekleştiriyor?
c) Söz ve davranış sahibinin karşısındakinde veya ortamda nasıl bir tepki doğuracağını, sonucunun nasıl bir yaptırıma, bir kazaya sebeb olacağının bilgi ve bilincinde midir? O neticeyi anlayabilecek, kavrayabilecek kapasitede midir?

OBJEKTİF ( TARAFSIZ – GERÇEKCİ ) DÜŞÜNEBİLMEK ve DAVRANMAK (2)

Bu arada devletin eğitim-öğretim sisteminde de nispeten iyileşme hareketleri kendini gösterdiği için hükümet dershaneleri özel okullara dönüştürme çabasına girdi. Bu arada dönüştürme kapsamında imkanları yetersiz olan dershane sahiplerine çeşitli yardımlarda
bulunacağını ve çalışanlarının yaş sınırına bakılmaksızın devlet okullarında görevlendirileceğini açıkladı.
Bütün bunlara rağmen dershanecilerin hemen hemen tamamı buna itiraz ve isyan ettiler. Özellikle Türkiye çapına yayılmış aynı isimde çok sayıda şubesi bulunanlar. Bunların içinde de bütün yurttaki toplam dershanelerin dörtte birine sahip olan, Dünya çapında da
özel okulları bulunan, dini inanç yönü ağırlıklı, islamî hüviyete bürünmüş, F.Gülen hoca efendi cemaati vardır. Adından anlaşılacağı üzere kurucusu, dini lideri ve organizatörü Fethullah hoca efendi olan bu cemaat, yaklaşık otuz yıldır faaliyettedir. Yurt içindeki dershaneleri,
yurt dışındaki hemen her kıt'ada muhtelif devletlerdeki özel okulları ile hem ilme, hem islama hem de Türklüğe yaptığı hizmetler inkar edilemez. Elbette ki bazı eksiklikleri, hataları hatta sapmaları vardır. Olacaktır. Ama artıları eksilerinden fazladır.
Şimdi isterseniz burada bir nokta koyup, bir olayı, oluşumu, kuruluşu, kurumu yada bir kişiyi değerlendirme nasıl olabilir, bakalım.
Genellikle üç kıstas(ölçü) kabul edilebilir. 1-İyimserlik. 2-Kötümserlik. 3-Gerçekçilik. (Buna objektiflik te diyebiliriz.)
Biz yazımızın başlığından hareketle durumun real değerlendirmesini yapmaya çalışacağız. Elbette bizim de hatalarımız olabilir. Ama biz okuyucularımızın sağduyusuna güvenerek yola çıkıyoruz.
Değerlendirmeye gelince: Cemaat ve önderlerinin ufak-tefek artı-eksilerini (elbette islam, devlet ve millet düşmanlarına alet olma v.b.durumlar müstesna)bir tarafa bırakırsak; uzun yıllar yaptığı hizmetler(genel ahlak çerçevesinde sağduyulu, fedakar, cefakar eleman-
lar yetiştirerek-"elbette ki çürüksüz goz olmaz" içlerine sızmış ajan provakatörler olabilir.-inkar edilemez. Dolaysıyle böyle bir hizmet, bir beldeyi bir ülkeyi sadece maddeten kalkındırıp; üstün refaha kavuşturmaktan daha iyidir. Şöyleki: Büyük beceri ve birikimleriniz, yıllarınızı alan uğraşlarınızla bir eser, bir fabrika veya bir müessese meydana getirirsiniz. Din, vicdan ve aklıselim sahibi bir nesil yetiştirememiş iseniz; bütün yaptıklarınız hiç ummadığınız bir zamanda kendi insanlarınız tarafından kaşla göz arasında mahvedilebilir. Mesela fabrikanız, eseriniz, bir terörist bir provakatör veya bir cunta tarafından anında yok edilebilir. Devlet idaresindeki bir avuç beyinsiz egoistler, bütün hamlelerinizi heba edebilir. Devlete milyar hatta tirilyonlarla zarara sokarlar. Kılıfına uydurdukları için de masum görünürler. Hatta taraftarlarınca kahraman bile ilan edilirler. Siz istediğiniz kadar yaptığınız hamlelerle adalet ve refah sağlayın. Geçelim...

OBJEKTİF ( TARAFSIZ – GERÇEKCİ ) DÜŞÜNEBİLMEK ve DAVRANMAK (3)

c) Cia ve Mossad'ın cemaati taşeron gibi kullanarak Türkiyede mevcut iktidarı,hükümeti düşürmeye çalıştığı.
d)Cemaatin devlet içinde kadrolaşıp,örgütlenerek,parelel devlet kurarak iktidar mücadelesi yaptığı,
e) Cemaatin bazı ileri gelenlerinin solcu siyasilerle işbirliği içinde oldukları v.b.hareketlerden söz ediliyor. Ayrıca hocaefendinin Papa ile yaptığı görüşme esnasındaki davranışları, Filistine yardım götüren konvoya ve özellikle Marmara gemisine terörist İsrail devletinin yaptığı hukuksuz vahşi saldırı ve katliamı hakkında" Önceden İsrailden izin alınmalı idi" şeklinde ki açıklaması,-kaldı ki teröristten düşmanına yardım için ahlâkî izin beklenebilir mi?- Semavî dinlerle diyalog çağrısı, (Bir kişi,kurum veya organizasyon ile diyalog yapmak onunla aynı eşit statüde olduğunuzu kabul etmektir. Dolaysıyle Allahu-Teâlânın Kur'anda ki "Ben size din olarak İslamı seçtim"ayetini
nereye koyacağız? "Baş örtüsü teferruattır" sözü, Allah'ın "Mümin kadınlara da şöyle söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, namuslarını korusunlar, görünenler dışında süs eşyalarını açmasınlar, başörtülerini yakalarının üzerinden bıraksınlar...."ayetine ne oldu? Haydi
"Ezzarûrâtü-bilmahsusa "sözüne istinaden çok zaruri hayat-memat meselesi olduğu ani ve zorunlu hallerde,( Allah'ın affına sığınarak ve istemiyerek geçici olarak) takmamak hatasını işlesek dahi "teferruattır" sözü nasıl söylenebilir? Yani iman ve itikat v.b. emirler esas, ameli ve hayatî emirler teferruat mı oluyor,Hâşâ!.. Sonra aşağıda anlatacağımız dershanelerin özel okullara dönüşümü hususunda devletin, iktidarın yapmak istediklerine karşı itiraz olabilir, ama isyan, feryad-ı figan neyin nesi acaba? Haydi din-diyanet (islam) düşmanı bir idare veya zalim diktatöre ve dine aykırı icraatlarına karşı tavır makul sayılır. Ama Din-i islama tolerans ve müspet icraatları bilinen
bir idareye, iktidara, devlete yıkıcı söz ve eylemler neyin nesi? Yani Kur'an'ı Kerimdeki:" Yêeyyühellezîne êmenû etıullahe ve etıurrasüle ve ulülemri minküm... -Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, rasülüne(peygambere) itaat edin, ve sizden olan idarecilere itaat edin. Bu hususta
görüş ayrılığına düştüğünüzde Allah'a ve rasülüne inanıyorsanız, onu Allah'a ve rasülüne arz edin, bu daha hayırlı ve sonuç itibariyle daha güzeldir."emrine neden kulak vermiyoruz?

OBJEKTİF ( TARAFSIZ – GERÇEKCİ ) DÜŞÜNEBİLMEK ve DAVRANMAK (4)

Tarihte bilhassa bizim yakın tarihimizde örnekleri çoktur. Mesela : gençliklerinde sultan II.Abdülhamit Han'ın bazı icraatlarını beğenmeyip; yahudi siyon uzantısı İttihat-Terakkicilerin propagandalarına kapılarak sultana muhalefet eden ünlü din ve fikir adamlarımızdan tefsir alimi merhum Elmalılı Hamdi Yazır, sultanın hal'ine fetva vermiş ama sonunda yaptığı hatadan çok pişman olmuş ve "Ömrümde bu kadar ağır vicdan azabı çekmedim... Allah beni affetsin" sızlanmaları ile vefat etmiştir. Yine Üstad iman mürşidi Said Nursi sultana yaptığı eleştirilerden nedamet getirerek, sultanın yaşayan torunlarından Nemlika Hatunu bulup; "gençlik sayikası ile Abdülhamit Han Hz.ne lisanen tecavüzde bulundum. Dedeniz adına sizden helallik diliyorum" diyerek özür dilemiştir.
Ve İstiklal savaşımızın manevi önderlerinden istiklal maşımızın yazarı mümtaz millî şairimiz M. Akif Ersoy, sultana daha ağır ve çirkin eleştirilerde -kızıl sultan v.b.-bulunmuş. Sonra hatasını anlayarak, Mısırda hasta olduğu sıralarda bir yakınına iyileşirsem, sultandan özür dileyceğim; ve hatıralarımda itiraflarda bulunacağım" diyerek bir şiirinde de üzüntülerini belirtmiştir.
Görülüyor ki iblis şeytan ve özellikle son iki asırdaki has avaneleri (yardımcıları,uşakları) siyon- haçlı ittifakı kefere mensupları, yerine göre keramet sahibi evliyaları (Hz.Adem ile Havva'yı aldatabildiğine göre) bile aldatıp tuzağa düşürerek islam ümmetine darbe vurabiliyorlar...
Zararı faydasını geçmiş, ticarethaneleşmiş dershanelerde ise belirtilen rakamlara göre cemaatinize bağlı olanlar, Türkiye genelindeki sayılarının ancak dörtte biri kadardır. Dolaysıyle özel okul veya açık liselere dönüştürme kararı sade sizinkilere mahsus da değildir. Ayrıca
kanunlaştırılıp uygulamaya da geçilmemiştir. Öyle ise hükümete, iktidara karşı itiraz, isyan, feryad-ı figan, iktidarla zıtlaşma niye? Evet uzun uğraş ve büyük fedakarlıklarla kazanılmış bir oluşumu birilerinin heder etmesi emeklerin berhava olması çekilmez bir sıkıntı ve endişe yaratır. Buna itiraz yok. Bugünkü haliyle rant kapıları haline gelmiş kanburların devlete ve millete daha fazla yük olmaması için bir dönüştürme yapmak istemektedir. Ayrıca dönüştürme işleminde imkanları yetersiz olanlara devlet yardımı yapmak, İçindeki çalışanları mağdur etmemek için yaş sınırına bakmaksızın devlet kadrolarına geçirmek güvencesi veriyor. En iyi çözümü yapabilmek için de taraflarla diyalog yaparak, kapıyı devamlı açık tutarak. Üstelik bazı hataları ile beraber, dine diyanete azçok hizmeti kanıtlanmış iyi niyetli bir hükümetle zıtlaşıp,gövde gösterisi yapmanın anlamı ne?

OBJEKTİF ( TARAFSIZ – GERÇEKCİ ) DÜŞÜNEBİLMEK ve DAVRANMAK (5)

Şimdi isterseniz dışarıdan sızma-ajanlıkla- ilgili gerçek hikayelerden önemli bir anekdot aktaralım. Vaktıyle Osmanlının son zamanlarında o günün empeyalistleri -İngiliz, Fransız, Rus v.b.- Osmanlıyı yıkmak için müslüman beldelere çok iyi yetiştirilmiş, gideceği bölgenin dil, din, örf-adet ve geleneklerini yerlisinden çok daha bilen ajanlar gönderirler idi. Bunlardan bir İngiliz de İstanbula gönderilir.
Osmanlı kılığında Osmanlıca, arapça, Farsçayı gayet iyi bilip konuşan, islamî ilimler (kelam, fıkıh, tefsir v.b.) mükemmel öğretilmiş çok derin islam alimi. İstanbula yeleşir. O günkü adet üzere toplanan alilerin ilim meclislerine katılarak çoğu alimin çözemediği meseleleri ayet, hadis ve icma ışığında en iyi şekilde açıklamakla hemen her kesimin ve he kesin takdirini (beğeni) kazanır. Kısa zamanda ünlenince sarayın dikkatini çekerek saraya davet edilir. Gerekli işlemlerden sonra şehrin en seçkin bir camisine imam-hatip tayin edilir. O günkü usule göre cami imam-hatibi her gün belirli vakitte halka vaaz vermekle yükümlüdür. Ve hoca efendi verdiği vaazlarda her on  beyanından dokuzunu tamamen uygun, onuncu işkembeden  bir hurafe uydurur. Tabii önceden her kesimden tam itimat kazandığı için hiç şüphe ve ikaz almaz. Bu şekilde tam kırk yıl görev yapar. Sonunda hiç kimseye bildirmeden izini belirtmeden aniden ortadan kaybolur. Herkes şaşırır ve ümidini keser.
O günün şartlarında dört ay sonra saraya bir mektup gelir, Şeyhülislam adına. Açıp okuduğunda aynen şöyle der: "Ey Şeyhülislam efendi, ben şu müslüman isminde falan camii-kebirde şu tarihlerde imam-hatiplik yapan hocanızım. Ben aslında müslüman falan değildim. Onun için bana uyarak kıldığınız namazlarınızı kaza ediniz." Şaşkına dönen şeyhülislam, durumu padişaha arz eder. Padişah, "benim bıranşım değil ki hocam, kendin cevaplandır."der.
Şeyhülislam, araştırır, karıştırır ve cevaben: "Ey bre kâfirsen madem bu kadar bilgilisin kıyamet günü mahşer de ne yapacaksın? Allaha ne cevap vereceksin? Bizim inancımıza göre namazımız tamdır. Sen kendi halini düşün" deyip, postalar.

REÇETELER

1- Ruhlarını bencillik kaplamış;vicdanları cehaletle köreltilmiş;birey ve toplumlara ilim ve
hikmetle bezenmiş;İlahiyata açılan bir ruhiyat,Hak ve hakkaniyete dayalı bir muhasebe gücüne ulaşmış vicdaniyet kazandırılmalıdır.Böyle bir kazanımdan yoksun olanlara,istediği niz nitelik ve nicelikteki kanun ve nizamı uygulayın yine de olumlu sonuç alamazsınız.Nefsin ve şeytanın esaretinden kurtaramazsınız.Sürekli huzur,barış,nizam ve intizamı sağlayamazsınız.

Bunun tek reçetesi,yaratılanların(yeryüzünde insanoğlunun) Allah'ın tek ve gerçek i-
pine -hiçbir tasnif ve tahrife uğramamış Kur'an-ı Kerime-içtenlikle ve azami dikkatle sarılma-
sıdır.Yoksa zamana uydurularak tahrif edilmiş;sözde ahlak ve ilahiyat manzumeleri -Tevrat,
İncil v.b.-bültenleri,yaratık dökümanları ve bunlara saplanarak bölük,pörçük olmuş inanç gurupları,-felsefi tasavvufi olaylar veya şahsiyetleri (yaratıcının son elçisi Hz. Muhammet ha-riç) efsaneleştirerek,tabulaştırılarak birbirleri ile tenakuza düşmüş inanç sistemleri, kaynağın-
dan ve amacından saptırılmış mezhepsel zıtlıklar ile asla sağlanamaz...

2-İlim,bilim ve fennin verilerini,olgularını inançları ile bağdaştırıp;teknolojik hamleler(atılımlar) yapamayan,yapmayı sürdüremeyen ve aynı zaman da Yaratıcıya(Allah)tam teslimiyeti yaşayamayan toplumlar, her zaman ve zeminde(yer) hüsrandadırlar.Asla huzurlu ve uzun ömürlü olamazlar.
3-İslamiyet:itikat ,ibadet ve ahlak sütunları üzerine kurulmuş;bir bina, tasavvuf ayağı eklenince
derin zemine çakılmış çelik gövdelerle tahkim edilmiş;muntazam ve muazzam bir yapıdır.Hiçbir etki ve
tepki kıyamete kadar onu sarsamaz,yıkamaz.Çünkü gerçek sahibi Yüce Allah,harcı ve malzemesi ise
Yaratıcının bizatihi ilelebet koruyacağını vaat ettiği ve yarattıklarına (ins ve cin’e) son ilahi armağanı o-
lan Kur’an-ı Kerim dir.

Uyanık, bilgili, hidayete kavuşmuş; şuurlu,şiarlı,halis imanlı ve üç ya da dört sütunun gerçekten muhtevasına kamil Müslümanlar, devre mülk sahibi olabilirler.İki sütunla yetinenler,figüran,tek sütun üzerinde gösteriş yapanlar,ancak seyircidirler.
Hele,hele gerçek bir sütuna sahip olamamış;derme çatma değnek veya çubuklar üzerinde boy gösterenlerin,en son kanun ve fermandan habersiz olan gafillerin,yahutta eski ve eksik köhne düzenleme-lere saplanıp kalan sapıkların(bütün gayri Müslimler) vay hallerine!!!

Ey insanoglu gerçekten kendini seviyorsan ve gerçek aklı selim sahibi isen,o görkemli yapıda bir devre mülk sahibi olamazsan bile hiç olmazsa gölgesine sığınmaya çalış.Çalış ki belki o müthiş can alıcı ortamda(sıcak ateş) erimekten korunup;kurtuluşa erebilirsin.
Haydi,Haydi,Haydi gayret et.Kaçırma saadet bineğini !

Sayfalar